İlk aşkım bir siluetti... Çocuk sayılırdım. Aşk, üst raftaki kitaplarda bahsedilen duygunun adıydı henüz... Sinemada perdeden koltuklara doğru ışık ışık yayılan bir elektrikti... Arsız, mahcup ve cazip... alabildiğine melankolik, bir o kadar platonikti.
Böylesine uzak, öylesine yakınken aşk, bir gün o silueti gördüm.
Karşı blokun en üst katının küçük penceresinde, kaloriferin üzerine zarifçe tünemiş uzun saçlı bir kızdı.
Akşam oldu mu, odasının zayıf ışığını arkasına alır, yanağını pencereye dayar ve saatlerce kıpırdamadan öylece dururdu.
Yüzünü seçemezdim. Belli belirsiz bir karaltıydı uzaktan... Ama aklımda güzelliğe dair ne varsa o biçimli profiline sığdırmış bir karaltıydı. Bir gece yarısı karşı pencereye konuvermiş ve sonra da uzun geceler boyunca sadece müzikle paylaştığım yalnızlığıma ortak olmuştu.
Belalı sınav arifelerinin, kahredici yalnızlık gecelerinin, şehvetli ergenlik düşlerinin gönüllü başkadınıydı. O gece kütüphanemden çektiğim kitabın verdiği ilhama göre kâh müşfik bir anne eliydi, kâh vahşi bir dilber dudağı... Gönlümce şekil verebildiğim çamurdan bir tanrıçaydı adeta... öylesine itaatkardı...
Odamın ışığı sönmeden uykuya çekilmezdi. Yattığında, karşı pencerede gördüğü adamı düşündüğüne kalıbımı basardım.
Artık akşamları iple çekiyor, hava karardı mı siluetimle başbaşa kalabilmek için odama kapanıyor ve çalışma masama kurulup prensesimi bekliyordum.
Ona bağlanmıştım. Varlığı, yıldız yıldız odama, ruhuma akıyordu. Pencerede olmadığı geceler tuhaf bir yalnızlık duygusu eziyordu yüreğimi... Gelip yerini alıverince içim ürperiyor, yanaklarıma kan yürüyordu.
Onu ufkuma alıp, kulağımı müziğe vererek kaç gece geçirdim, bilmiyorum.
Bir siluete aşık olmuştum.
* * *
Sonra bir gün telefon çaldı.
Açtım... "Karşı penceredeki kız"dı.
Yıkıldım.
Bu ses onun olamazdı. O, bu ismi taşıyamazdı; böyle konuşamazdı. Düşlerimi süsleyen kadının cümleleri değildi bunlar...
Hayaller ne kadar kırılganmış meğer...
Kapatmak istedim, beceremedim.
Konuşma uzadıkça, aylardır uzun geceler boyunca binbir emekle yaptığım o muhteşem heykel, deprem yemişçesine çatırdamaya başladı. Ahizeyi kapatıp pencereye koşsam kurtarabilirdim sanki... Bunun kötü bir şaka olduğuna kendimi inandırabilirdim. Düşlerimden yonttuğum siluetimi, gerçekliğin çirkin kollarından çekip alabilirdim.
Olmadı.
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyi yaşadığımı sanıyordum. Meğer daha beteri sıradaymış:
Tanıştık.
Ve söndü "geceyarılarıma doğan güneş"...
"Bayan hayalkırıklığı" ile bir ay birlikte olduk. O ay, ikimize de zehir oldu.
Onunla birlikte siluetimi de kaybettim.
Aşk, ete kemiğe bürününce, düşler küstü. Sona erdi, gecelerimin can şenliği...
* * *
"Telefondaki kız"ı uzun yıllar sonra bir otobüs durağında gördüm. Kucağında bebeği vardı. Uzaktan selamlaştık.
Onu çoktan unuttuğumu farkettim. Siluet ise hiç çıkmamıştı aklımdan.
Çünkü aşk, üst raftaki kitaplardan inmemişti henüz... ve ben, karşı camdaki siluetin o kıza ait olduğuna hiçbir zaman inanmamıştım.
Aslında marazi bir aşktı hayalim...
...o yüzden de bir hayal oldu ilk aşkım...
Can Dündar
Can Dündar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder